Sadece kimsesiz gemilerle miskin kedileri barındıran ıssız bir sahil kasabasında çakırkeyif bir yılbaşı ertesi.
Kış güneşi, yanlış zamanda açmış bir bahar çiçeği gibi sıcak gülümseyip ısıtıyor içimizi.
Kimsesiz gemiler, burunlarını açık denizlere dikmiş yalpalıyorlar sahil boyunca...miskin kediler toprakla güneş arasında mahmur...
Dostlarla paylaşılan salaş bir meyhanenin ahşap masasında 25 yılını denize vermiş Hasan Kaptan, kocaman kırmızı yanaklar ve ışıltılı gözlerle hayatı özetliyor; “deniz, balık, güzel kadın, sağlıklı çocuklar...hepsi bu “
Zamanın sakin ve telaşsız aktığı bu dalga boyunda saat sorulursa bozuluyor kaptan: “ O yok işte burada “ diyor kızgın... “ Burada gündoğumu var, günbatımı var, balık vakti var ama saat yok...”
Metrapol telaşlarından hayli uzakta bir başka hayat, midye kabuğunun arasından ışıldayan bir inci tanesi gibi gülümsüyor... Neredeyse unutmaya yüz tuttuğumuz bir huzur, bizi yeni bir yılın ilk adımlarında güneşle, toprak arasında yakalayıp kollarına alıyor.
Tabanlarımızda topraktan yayılan ısı, kulaklarımızda denizin tuzlu sesi ve göz kapaklarımızda kış güneşinin busesi.
Bir koca yılı henüz eskitmişken ve yeni bir yılı, içinde ne olduğunu kestiremediğimiz, el değmemiş bir yılbaşı hediyesi gibi paketinden çıkarmaya hazırlanırken bütün bir yaşamıyla hesaplaşmak istiyor insan.
Yüzyıllık bir savaşın, sadece yılbaşlarında mola veren askerleri gibi, akrep ve yelkovanın durduğu bir su başında bilançoya oturmak istiyorsunuz.
Acaba ne kadar yara aldık savaşta ? Ne kadarını gösteriyor, ne kadarını gizliyoruz ? ne kadarı açık yaralarımızın, ne kadarı iç kanamalarımız ? Zaferler çıkarabildik mi mağlubiyetlerimizden ? Süresini ve yörüngesini bilmeden çıktığımız bu yolculuğun neresindeyiz acaba ? Ve daha kaç gemi var içinde olmak isterken ardından el sallayacağımız ? Ne kadarı gözyaşı kalan hayatımızın, ne kadarı kahkaha? Geride kalan yılların ne kadarından gururlu, ne kadarından pişmansınız? Ne kadarını kurumuş son bahar yaprakları gibi süpürüp atmak isterdiniz belliğinizden, ne kadarını saklardınız kutsal bir emanet gibi? İnsana gecikmiş bir baharı çağrıştıran ılık kış güneşi altında bir mola verince insan, sahile demirlenmiş mahmur gemiler gibi kendini suların yalpalayışına bırakıp, maziyi tartıya vurmak istiyor.
Ne kaldı geriye bunca telaştan ? Avucumuzun içinde kayıveren sular gibi yitip giden yıllar geride ne tortu bırakıyor ? Kendinizi bütün kazınmış siperlerinizin dışına koyup, bütün kalkanlarınızı indirdiğinizde, çırılçıplak karşısına geçtiğiniz yaşam aynasında ne görüyorsunuz ? Tüketmek için bunca acele ettiğiniz takvim yapraklarına, onca hızla çevirdiğiniz akreplere, yelkovanlara, içine gönüllü daldığınız o insafsız rutin çarkına söyle bir uzaktan baktığınızda ne hissediyorsunuz ? “Ne kadarı benim hayatım.
” “ Ne kadarını başkaları yaşamış benim yerime....ya da ben başkalarının.
? “ “ Aynadakinin ne kadarı ben'im, ne kadarı oynadıklarım ? “
Sadece kimsesiz gemilerle miskin kedileri barındıran ıssız bir sahil kasabasında yakaladığınız bir geniş zamanda, geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman arasında gidip, gelirken en çok ne gelirdi aklınıza ?
Sizi bilmem ama ben akıbeti meçhul bir yeni yılın eşiğinde sürpriz bir kış güneşi göz kapaklarımı yalarken sadece sevgiyi düşündüm.
Sevgiyi koydum kum saatinin dolu dizgin akıp giden kumlarının her bir zerresine....Kışın açık denizlere bakarak bekleşen kimsesiz gemilerin güvertesine; geçmiş zamanın, şimdiki zamanın ve gelecek zamanın öznesine hep sevgiyi koydum.
Çünkü bir tek sevgi var elimizde; bunca yıldan damıtılıp gelen.
ve metrapol haragülesinden uzakta, kocaman gözlerle gülümseyerek bir başka hayattan haberler veren Kaptan 'ın yalancısıyım ki...
“ Yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllardan da geriye.
” Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan.
Ötesi yalan !