Golge is on a distinguished road
Post Sevgiliye Mektup - 5
Merhaba Sevgili,
Biz ne kadar biziz?.. Ne kadarımız biz?..
Geride kalan yılların biriktirdikleri, göz ardı ettiğimiz sevdalarımız, sevdiklerimiz, terkettiklerimiz, yalnızlıklarımız yaşadıklarımız, ertelediklerimiz, kırdıklarımız, çokça unuttuklarımız, her sabah yeniden başlayan galibi olmayan savaşlarımız...
Biz bu kadar mıydık? Hep bu kadar mı olduk?
Yüreğimizde yurt tutan bir hüznün kaçınılmazlığında sessiz ağlamaların o dayanılmaz kolaylığına mı kaçtık?.. Yaşamla ölüm arasındaki bu sonlu serüvende daha doğarken alnımıza kazılı yazgıya mı teslim ettik yolumuzu, yönümüzü, yerimizi?.. Bu yüzden mi "yaşamak" dendi mi bir yürek koyduk yanı başına?.. Bu yüzden mi "yürek" dendi mi bir yaşam türkülendi?..
Sanıyordum ki her yaşanan sevda kalıcı, sanıyordum ki zorluklarına ve acılarına karşın anlamlı
Neydi gecelerce hasretini yazdığım; o varla yok arasında gidip gelen ince çizgide?.. Gülen bir çocuğun en masum bakışlarında yakalayabilmek dünyayı, bir özlemi büyütebilmek özgür bir uçurtmanın mavisinde... Sahte olmayan anlamlar yüklemek yaşama, gözbebeklerimden aynalara yansıyan en derinlerimde saklı heyecanların tatlı esintileri... Sıkışıp kaldığım geçmişimle yanıtı olamayan bir sürü soru ile başbaşa kalmam şimdi, terkedilmişliğe, aldatılmaya alışamayışım bir türlü
Ben bu kadar mıydım?.. Hep bu kadar mı oldum?..
Gün geldi; yitirdiğin dünle avunduğun zamanların yer aldı yaşamında. Uzayıp giden o geceler boyu küçücük dünyan koca bir yalnızlığa kucak açtı adınını her andığında onanmazlar yaralar aldığın eskimiş sevdalar... Gün geldi; yenilgilerin içinde yargıladın kendini... Gerilmiş yüzler, tehlikeye düşmüş aşkların, güçsüz ve utangaç sözde dostlukların, geçici oldukları oranda zenginleştirdi seni.
Ömrün boyunca yaşadığın pek çok sondan biriydi bu; tıpkı "Sisyphe" gibi bir kayayı durmaksızın bir dağın tepesine dek yuvarlayıp çıkarıyordun sessiz ve gösterişsiz...
Söyler misin sevgili; mutlu muydun Sisyphe kadar?.. Sen bu kadar mıydın?.. Hep bu kadar mı oldun?..
Biliyor musun sevgili sen ve ben hep aynı yalnızlıktan yola çıktık. Bir farkla... Ben gücümü yenik tuttum sana karşı ama ruhumu dimdik... Hiçbir şey beklemeksizin sevdim seni, en koyu umutsuzluğunun tam ortasında iç mahzenlerini aydınlatan bir küçük ışıktım... Neden sen?.. Neden sen beni bu hale getiriyordun?.. Neden başkası değilde sen?.. Neydi senin sırrın?..
Şimdi bu soruların yanıtlarını vermeliyim kendime... Yıllar boyu yaşadığım yalnızlığın ancak yaşayabilenlerce anlaşılabilir bir duygu olduğunu düşünürken... Senden sonra sevgili, ben artık eski ben değilim derken... Ne tuhaf, yıllar sonra seni hâlâ ilk günün anısı ile dipdiri anımsamak, yeniden sorgulamak duyguları, seninle yüklü bir sevdanın ilk sabahında sana uyanmak aynı zamanda... Hiçbir şey ummaksızın, dahasını istemeksizin... Bir daha hiç gelmeyecek güzellikleri özlemelerle sarıp sarmalamak, bu özlemi sımsıcak içimde hissetmek... Kimi zaman deli rüzgarların peşi sıra kuru bir yaprak gibi sürüklenmek, kimi zaman kanadı örselenmiş bir martının sesinde eskiden kalmış hüzünlü bir ezgiye dalıp gitmek...
Sevdamız bu kadar mıydı?.. Hep bu kadar mı?..
Hoşçakal,
Seni de öperim, yüreğini de...